11 Mayıs 2007

Avni'nin kaleminden Küba: Ritimler Adası

Avni - Ancon Plajı - Trinidad"Küba belki son on yılda gitmek, görmek, hissetmek istediğim en önemli ülkeydi. Neden mi? Aslında genel olarak düşünüldüğü üzere sadece siyasal nedenler değil. Farklı bir yaşayışı, farklı insanlar olarak düşündüğüm bir milleti daha yakından tanımakdı. Biraz da seyrettiğim bazı filmlerin bende yarattığı duygular. Bu amaçla Cüneyt bu maceraya ilk başlarken konuştuğumuz ama, konuştuğumuz anda bile bana çok inandırıcı gelmeyen bu yolculuğu gerçekleştirme fırsatını yakaladım. İyi ki de yakalamışım.
Ne hayal etmiştin diyeceksiniz. Eski evler, eski arabalar, beyaz, siyah, melez insanların bir arada yaşama başarısı ve bunda sosyalizmin etkisi. Tarihi neydi, nasıl gelişti? Fidel, Che ve onların yarattığı bu dirayetli halkın yaşam tarzı vs. Müzik tabii ki, purolar tabii ki.
Önce ilk dikkat çeken İngilizce’nizin kifayetsiz kaldığı. İspanyolca bilmiyorsanız dilsizsiniz Küba’da. Anlaşabilmek için ekstra çaba harcamanız gerekiyor. Cüneyt’in son dört ayda Güney Amerika’da geliştirdiği hiç de azımsanmayacak İspanyolcası en büyük yardımcımız oldu. İngilizce bilmiyorlar derken daha ilk gecede duyduğum ilk cümleler “Hello my friend, where are you from?”, cevap Turkey veya Turquía, akabinde “Selamın Aleyküm”. Hayatım boyunca Türkiye’de bu kadar çok “Aleyküm Selam” dememişimdir. Şaşılacak derecede Türkiye’nin tanınıyor olması oraları ziyaret eden birçok arkadaşımızın bırakmış olduğu izlenimler olsa gerek diye düşünmeden edemiyorum. İlk gecede çok şaşırdığımız ama sonradan kanıksadığımız bitmeyen birşeyler satma talepleri başlıyor ve genellikle puro, kadın (chica) pazarlanıyor. Bu durum daha ikinci günden sizi sıkmaya başlıyor.
Yapılar çok ilgi çekici. Binalar çok eski, hatta nasıl ayakta durduklarına inanmak güç. O kadar zıtlıklar var ki. Aynı sokaktaki veya meydandaki binaların bir kısmı restore edilmiş, bir kısmı hala kötü durumda, ilginç bir kontrast oluşturuyor. Hava sıcak, çok sıcak, tıpkı insanları gibi. İnsanlar çalışıyorlar mı, yoksa hayat tamamen ortalıkta oturmak veya ayakta dikilip sohbet etmekten mi ibaret anlayamıyorsunuz. Tüm gün hatta gece yarılarına kadar evlerin önüne atılmış sandalye ve koltuklarda inanılmaz yüksek sesli müzikler eşliğinde sohbet ediyorlar. Her yaştan insan ortalıkta dans ediyor. Hatta ilk iki gün kaldığımız evin önünde gece saatin dört olmasına ve çevrede uyuyan insanlar olma ihtimaline rağmen bağıra çağıra konuşuyorlar. Uyurken sıcaktan her taraf açık yattığınızdan bütün sesler evinizde.
İlk gece Obispo’da (en önemli caddesi) ilk mojitolarımızı içiyoruz. Bir hafta boyunca onlarca içtik sanıyorum. Sonuçta tropik bir adadayız değil mi? Ve hepimizin bildiği Cüneyt’in doyumsuz anlatımıyla daha önce bu sitede yayınlanan hikayelerini ilk ağızdan dinleyerek ve kahkahalarla gülerek başlıyoruz ilk gecemize. Sürekli olarak “hatırlarsan bundan daha önce bahsetmiştim yazılarımda” diyor, ben genellikle hatırlamıyorum ve böylelikle testi de geçemiyorum. Çok özlemişim muhabbetini gerçekten. O’nun da içinde kalan aylardır konuşamadığı, fakat herhalde bu gezi boyunca tüm açığını kapattığı Türkçe’sine özlemini de dindirmiş oluyorum.
Pazar sabah kalktığımızda bir gece önce işaretlerini gördüğümüz pazardan geçiyoruz şehir merkezine giderken. Tıpkı bizim küçük yerlerde kurulan pazarlarımızı andırıyor. Soğan, şekli ve rengi biraz bozuk domates, salatalık ve inanılmaz miktarda ve dallarında satılan muzlar en revaçta ürünler. Tanımadığımız bir sürü meyve ve sebze ile beraber tabii ki. Yürürken yolda 1 Mayıs için bilboardlara asılmış “Todos Al Desfile” (Hep beraber mitinge) yazılarını sıklıkla görmek mümkün.
Müziklerden bahsetmemek olmaz. Her sokaktan, her kafe ve restorandan yükselen müthiş ritimler hemen sizi içine çekiyor. Uçakta giderken okuduğum bir dergide Küba için “Island of Rhythms” (Ritimler Adası) yazıyordu. Gerçek anlamda doğru bir tanımlama olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca öğrendiğimiz kadarıyla ülkenin maddi anlamda en rahat kesimi de müzisyenlermiş. Şaşmamalı, çünkü topladıkları bahşişler hiç de azımsanacak gibi değil.
Arabalar; renk renk, ve kesinlikle en yenileri 1960 model. Çok dökük görünenleri de var iyice toparlanmış, boyanmış, bakımdan geçmişleri de. Bazılarının nasıl yürüdüğüne bile şaşırırsınız. Tam Küba’ya özgü. Hepsi önünde durup da fotoğraf çektirmek isteyeceğiniz türden. Zaten ya bizimle ya da bizsiz birçok fotoğrafa fon oldular.
Saatlerce yürüdük üç gün boyunca, öyle ki hem sıcaktan hem de yürümekten ayaklarımın altı su topladı ve 1 Mayıs mitingine giderken patlayarak bir hafta boyunca yaralı ve hafif topallayarak ama hiç taviz vermeden yürümeye devam ederek Cüneyt’e ayak uydurmayı başardım. Eski Havana ve merkez Havana bölgelerinde girip çıkmadık sokak bırakmadan, bol bol fotoğraf çekerek yürüdük de yürüdük. Akşam olmaya başladığında, her turist gibi Capitolio’nun (merkezde kongre binası) merdivenlerinde Türkçe müzikler dinleyerek tamamladık günümüzü. Akşam yemekleri bol pek de damak tadımıza uygun olmayan yemeklerle geçiştirildi. Gerçi son bulduğumuz şişte et ve deniz ürünlerini ilginç bir şekilde asıda sunan bir restoranda fazladan takıldığımız da oldu.
Dedim ya insanlar yanımıza yaklaşıp sohbet etmek istediklerinde onlardan ülkeleri ve yönetimleri ile ilgili çeşitli eleştiriler dinledik. Daha çok Küba’lı olmanın zorlukları, ekonomik ve siyasi baskıları, ülke dışına çıkamamaları, bizim dünyayı gezme konusunda ne kadar şanslı olduğumuzu belirten konuşmaların ardından bize ucuz puro satmaya çalışmaları ve bizim kibarca onları redetmemizle sonlanan sohbetler ettik.
Ve 1 Mayıs tabii. Muhteşem bir seremoniydi. Yüzbinlerce insanla birlikte Devrim Meydanında, devrimci ruhlarını hiç kaybetmemiş bir kalabalıkla yürüdük. Bir yanda dev devrim anıtı ve Jose Marti’nin (devrimci ruhun ilk siyasi liderlerinden ve aynı zamanda şair) dev heykeli, bir yanda Che’nin yüzü ve “Hasta La Victoria Siempre” (zafer daimi oluncaya dek) sözünün yazılı olduğu ve dev Küba bayrağı asılı binanın arasından yürüdük. Hatta bir ara oniki yıldır ABD’de haksız yere tutuklu oldukları ve “geri dönecekleri” (Volveran) yurdun her köşesinde asılı bulunan beş Kübalı kahramanın pankartını da taşıyarak bitirdik kilometrelerce süren yürüyüşümüzü.
Belirtmeliyim, bu bana biraz ironik geldi. Bir yanda durumlarından şikayetçi insanları dinleyip, bir yandan da böyle coşkulu bir kalabalıkla yürümek, ülkelerine, devrimlerine ve liderlerine bağlılıklarını bu kadar yüksek sesle haykıran insanları izlemek ilginçti. Yıllardır süren ambargonun belini büktüğü, fakat Castro’nun son yıllarda turizme kapıyı açması ile dış dünyayı tanımaya ve dışarıda neler olup bittiğini anlamaya başlayan halkın bu devrim coşkusu şaşırtıcı geldi bana.
Daha sonraki günlerde önce Varadero’ya giderek denize girmek, güneşlenmek fırsatını da yarattık kendimize. Çoğumuzun resimlerde görerek imrendiğimiz upuzun bembeyaz kumsal, gerçek turkuaz okyanus kıyısında ve palmiye ağaçlarının gölgesinde denize girme şansını da yakalmış olduk.
Ve benim için (Cüneyt için değil) yolculuğun son durağı Trinidat. Bu çok şirin güney kasabasında ve çok tatlı ev sahibemiz Alicia’nın muhteşem yemekleri eşliğinde geçiridik iki günümüzü. Öyle ki bir öğle yemeğinde tepeleme yediğimiz kara kuru fasülye ve karidesleri unutmak mümkün değil. Akşam yemeğinde ise bu kez Orhan Gencebay eşliğinde evin terasında götürdüğümüz istakozun tadı hala damağımda. Ya o her öğünde sunulan mango suyu ve ismini telafuz edemediğimiz ve hatta şu an benim hatırlamadığım tropikal meyveler. Trinidat’taki son günümüzde yine ama bu kez güney kıyısında başka bir turkuaz okyanus plajında bütün günü güneşin altında geçirdik. Akşam yemeğimizde bu kez yine ismini hatırlamadığım nefis bir balık ve salata ile bitirdik günümüzü. Ertesi sabah beş saatlik bir otobüs yolculuğu ile Havana’ya döndük ve tüm öğleden sonramızı gezemediğimiz birkaç önemli yeri ki görülmesi şart olan Devrim Müzesi’ni de gezerek, Capitolio’nun merdivenlerinde tamamladık Küba maceramı.
Küba’nın tarihi ve özellikle 1959 devriminden sonrası için eminim Cüneyt çok şeyler yazacaktır. Bu konuya hiç girmiyorum. Benim için önemli olan bir hafta boyunca bu görmeyi hayal ettiğim adayı, birlikte gezmekten hep çok büyük zevk aldığım dostum Cüneyt’le birlikte ayaklarım patlayana kadar gezmekti. Ve en önemlisi Cüneyt’in bu macerasının küçük bir parçasına dahil olma ayrıcalığını hissetmemdi. Gitmesi çok zor (uzak ve yorucu) fakat görmekten hiç pişman olmayacağınız ve aslında küçük zannettiğiniz ama çok büyük olan bu adayı ölmeden önce görülecekler listenize eklemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Cüneyt’e hem çok teşekkür ediyor, hem de maceranın kalan kısmı için iyi yolculuklar, iyi şanslar diliyorum.
Küçük bir tavsiye daha… Gitmeden veya yolculuğunuz sırasında mutlaka Aslı Pelit’in “Siempre Havana” kitabını edinin ve okuyun. Kesinlikle birçok konuda size yardımcı olacak, Küba yaşantısını çok iyi anlamanızı sağlayacak bir kaynak kitap niteliğinde.

Avni...
08.05.2007 - İzmir"

(Avni: Izmir)

Etiketler:

2 Comments:

Anonymous Adsız said...

Sevgili Avni,

Bence yazın çok içten ve canlı olmuş. Elerine sağlık. Ancak, hiç yorum gelmemiş olması bence sana haksızlık olmuş.

Bence yorum gelmemesine gerçek gerekçe, umarsızlık, beğenmemişlik değil, tam bir kıskançlık olsa gerek. Zaten herkes Cüneyt'i yeteri kadar kıskanıyordu. Başta ben olmak üzere hepimiz Cüneyt'in yanında olmaya heveslenip, iç geçiriyorduk. Senin bu amaca ulaşabilmiş yegane kişi olman, gizli bir kıskançlığı da su üstüne çıkarmış sanki.

Ben diyorum ki, Sevgili Avni kardeşim, yediğin içtiğin senin olsun. Sen hepimize aslında çok da güzel bir mesaj da verdin:

"Dünya uzaklarını görebilmek için ille de Cüneyt gibi gezgin olmaya gerek yok, hepimiz yapabiliriz, işte böyle..."

Tabii ya!

Sevgiler

Avni'nin arkadaşı Cüneyt'in Abisi, Avni'nin de arkadaşı...

14/5/07 11:07  
Anonymous Adsız said...

Cüneyt'in yazılarının bir çoğunu okudum. Seninkini okumak ise ayrı bir zevk oldu. Farklı bir pencereden hayatını sunmuşsun Küba'nın. Gönül isterdi ki diğer seyehatlarine de eşlik edesin Cüneyt'in ve güzel yorumların ile oralarıda şenlendiresin. Aslında gönül orada sizinle de olamayı isterdi. ;-)

2/10/07 21:25  

Yorum Gönder

<< Home