Futbol, sanat ve boğa katliamı: Madrid
Güney Amerika'daki 4.5 aylık iptidai hayattan sonra teknolojik nimetlere kavuşmak, modern efendi insanlarla haşır neşir olmak bünyeme fazlasıyla iyi geldi. Demek ki, insan dağ tepe olayına belli bir süreden sonra doyuyor ve yine modern yaşantıyı arar oluyor.
Madrid, aman aman ünlü yapısı olmayan büyük şehirlerden. Ancak, 2-3 yüzyıllık evleriyle, nizami sokaklarıyla, büyük parklarıyla Paris tadında güzel bir Avrupa kenti.
Cuma sabahı Atlantik'i aşıp da geldikten sonra yorgun argın şehir merkezine ulaşmaya çalışıyordum ki beni hoş bir sürpriz karşıladı. Mükemmel olarak tanımlayabileceğim Madrid metrosunun her durağına çok sempatik bir Türkiye reklamı koymuşlar. Muhtemelen, reklamları gören Madrid'liler bu yaz koşa koşa Türkiye'ye gelmeyecek. Ancak, en azından Türkiye ismini duyunca aklına öncelikle "siyahi" kavramlar getiren Avrupa insanının yaklaşımını yumuşatmak için güzel bir adım. Gerçi, bir müteşebbis kardeşimiz şehrin dört bir yanına Nemrut isimli dönerci dükkanları açarak tanıtma sürecini önceden başlatmış, ama olsun...
İlk gün, Real Madrid'in maçlarını oynadığı Santiago Bernabeu Stadı'na gittim. Tribünler ve bilimum kupayı (9 Şampiyonlar Ligi / Şampiyon Kulüpler kupası dahil olmak üzere) barındıran müzesi gezildikten sonra sahaya iniliyor, yedek kulubesine oturuluyor, soyunma odaları bile görülebiliyor. İkinci gün, tekrar ama bu sefer Real Madrid-Deportivo La Coruña maçı için staddaydım. İzlenimlerim: Bu stadda maç seyretmek harika! Trübünler son derece dik, en yukarıda olanlar bile yakinen maçı izleyebiliyor. Beckham saçları uzatmış. Van Nistelrooy genelde sahada boş boş dolaşıyor. Roberto Carlos bir futbol virtüözü; çizgide öyle numaralar yaptı ki beni yine kendisine hayran bıraktı. Maçı Real Madrid 3-1 kazandı ve son iki haftaya Barcelona ile aynı puanda ama lider olarak girdi. Son maç Kanarya Adaları'nın takımı Tenerife ile. Real Madrid, 90'lı yılların başında iki sezon üstüste son maçlarını Tenerife ile oynayıp kaybetmiş ve son haftada şampiyonlukları Barcelona'ya kaptırmıştı. Bakalım bu sene de tarih tekerrür edecek mi?
Madrid'in 3 çok zengin müzesi var: Prado Müzesi, Reina Sofia Müzesi ve Thyssen-Bornemisza Müzesi. İlk olarak Reina Sofia'ya gittim. Müzenin ana eseri, Picasso'nun Guernica'sı. Kendisinin büyük bir tablo olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum açıkcası. Tablo 8x3.5 m boyutlarında devasa bir şey. İspanya İç Savaşı sırasında sol yönde direniş gösteren Bask Ülkesi'nin Guernica kasabasına diş geçiremeyen Franco, Alman dostlarından yardım rica ediyor. 2. Dünya Savaşı öncesi savaş uçaklarını kullanmak için fırsat kollayan Alman uçak filosu (Luftwaffe) bu küçük kasabayı dümdüz ediyor; binlerce kişi ölüyor. Olaydan derin üzüntü duyan Picasso, acısını parçalanmış insan ve hayvan figürlerinin hakim olduğu bu dev siyah-beyaz resme döküyor ve bu şaheser ortaya çıkıyor. Şöyle de bir anekdot vardır: -1937 yılında Paris'te bir sergi sırasında, Alman subay Picasso'ya yaklaşıp resmi göstererek biraz da alaycı bir üslupla "Bunu siz mi yaptınız?" diye soruyor. Picasso şöyle cevap veriyor: "Hayır, bunu siz yaptınız!"- Resim, başta bu halinden oldukça farklıymış. Değişim safhalarını gösteren fotoğraflar da oldukça enteresan.
Sonraki gün, Prado'ya gittim. Tintoretto toplu sergisi ve Velazquez'in ünlü Las Meniñas'ı müzenin başeserleri olarak sunuluyor. Işık kullanımındaki ve chiaroscuro (resimdeki keskin kontrast) tekniğindeki ustalığıyla favori ressamım olan Caravaggio'nun bir resmine bir yerlerde denk gelirsem, büyük keyif duyarım. Nitekim Prado'da da bir Caravaggio buldum, uzun süre bu ışık hokkabazının resmine baktım, baktım. Dolayısıyla Prado'da benim favori resmim, tabii ki Caravaggio'nunki. (*) Thyssen-Bornemisza'ya isminin zorluğu sebebiyle gitmedim. Türkiye'de hangi müzeye gittin diye sorulursa söyleyemem, "Gittiği yerin adını bile bilmiyor" sözlerine maruz kalırım, rezil olurum diye ürktüm; Plaza de Toros'a (Boğa Güreşi Arenası) doğru yollandım...
Las Ventas 25.000 kişilik kapasitesiyle dünyanın en büyük arenası. Müsabaka, pazar günleri akşam 19'da başlıyor. Olay kısaca şöyle zuhur ediyor: Boğa meydana salınıyor, ne olduğunu anlamayan hayvan 3 adet çömez matadorun kızdırmasıyla oradan oraya koşturulup yoruluyor, 2 adet tam korumalı atlı (dolayısıyla boğa ne kadar saldırsa nafile) sahaya girip ellerindeki mızraklarla hayvanı deşmeye başlıyorlar. Yetmezmiş gibi, çömez matadorlar ellerindeki küçük şişleri hayvana saplayıp eziyete eziyet katıyorlar. O noktada, ana matador devreye girip zaten dermanı kalmamış hayvanla 5-10 dk oyalanıyor. Sonunda matador, uzunca bir şişi kafasına saplayarak hayvanı öldürüyor. Bir grup at sahaya girip mevtayı sürükleye sürükleye dışarı çıkarıyorlar. Eğer hayvan hemen ölmemiş, biraz direnmişse, bütün arena hayvancağızı çıkarken yuhalıyor. Bu olay, 6 defa tekrarlanıyor ve 6 ölü boğayla gün tamamlanıyor. (Boğanın ölmeme şansı yok.) Ben, açıkcası olayın bu kadar kanlı ve vahşi; İspanyolların da bu kadar sadist ruhlu olduğunu bilmiyordum. Sevilesi, sempati duyulası bir uğraş değil ama 5 yaşındaki kızlarıyla pazar eğlencesi yapan aile de, karnı burunda hamile kadın da dün enteresan şekilde arenadaydı.
Hızlı haftasonundan sonra şimdi güneye inmeye başladım. Toledo'dan sonra Endülüs'e gidiyorum...
Toledo - İspanya
Madrid, aman aman ünlü yapısı olmayan büyük şehirlerden. Ancak, 2-3 yüzyıllık evleriyle, nizami sokaklarıyla, büyük parklarıyla Paris tadında güzel bir Avrupa kenti.
Cuma sabahı Atlantik'i aşıp da geldikten sonra yorgun argın şehir merkezine ulaşmaya çalışıyordum ki beni hoş bir sürpriz karşıladı. Mükemmel olarak tanımlayabileceğim Madrid metrosunun her durağına çok sempatik bir Türkiye reklamı koymuşlar. Muhtemelen, reklamları gören Madrid'liler bu yaz koşa koşa Türkiye'ye gelmeyecek. Ancak, en azından Türkiye ismini duyunca aklına öncelikle "siyahi" kavramlar getiren Avrupa insanının yaklaşımını yumuşatmak için güzel bir adım. Gerçi, bir müteşebbis kardeşimiz şehrin dört bir yanına Nemrut isimli dönerci dükkanları açarak tanıtma sürecini önceden başlatmış, ama olsun...
İlk gün, Real Madrid'in maçlarını oynadığı Santiago Bernabeu Stadı'na gittim. Tribünler ve bilimum kupayı (9 Şampiyonlar Ligi / Şampiyon Kulüpler kupası dahil olmak üzere) barındıran müzesi gezildikten sonra sahaya iniliyor, yedek kulubesine oturuluyor, soyunma odaları bile görülebiliyor. İkinci gün, tekrar ama bu sefer Real Madrid-Deportivo La Coruña maçı için staddaydım. İzlenimlerim: Bu stadda maç seyretmek harika! Trübünler son derece dik, en yukarıda olanlar bile yakinen maçı izleyebiliyor. Beckham saçları uzatmış. Van Nistelrooy genelde sahada boş boş dolaşıyor. Roberto Carlos bir futbol virtüözü; çizgide öyle numaralar yaptı ki beni yine kendisine hayran bıraktı. Maçı Real Madrid 3-1 kazandı ve son iki haftaya Barcelona ile aynı puanda ama lider olarak girdi. Son maç Kanarya Adaları'nın takımı Tenerife ile. Real Madrid, 90'lı yılların başında iki sezon üstüste son maçlarını Tenerife ile oynayıp kaybetmiş ve son haftada şampiyonlukları Barcelona'ya kaptırmıştı. Bakalım bu sene de tarih tekerrür edecek mi?
Madrid'in 3 çok zengin müzesi var: Prado Müzesi, Reina Sofia Müzesi ve Thyssen-Bornemisza Müzesi. İlk olarak Reina Sofia'ya gittim. Müzenin ana eseri, Picasso'nun Guernica'sı. Kendisinin büyük bir tablo olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum açıkcası. Tablo 8x3.5 m boyutlarında devasa bir şey. İspanya İç Savaşı sırasında sol yönde direniş gösteren Bask Ülkesi'nin Guernica kasabasına diş geçiremeyen Franco, Alman dostlarından yardım rica ediyor. 2. Dünya Savaşı öncesi savaş uçaklarını kullanmak için fırsat kollayan Alman uçak filosu (Luftwaffe) bu küçük kasabayı dümdüz ediyor; binlerce kişi ölüyor. Olaydan derin üzüntü duyan Picasso, acısını parçalanmış insan ve hayvan figürlerinin hakim olduğu bu dev siyah-beyaz resme döküyor ve bu şaheser ortaya çıkıyor. Şöyle de bir anekdot vardır: -1937 yılında Paris'te bir sergi sırasında, Alman subay Picasso'ya yaklaşıp resmi göstererek biraz da alaycı bir üslupla "Bunu siz mi yaptınız?" diye soruyor. Picasso şöyle cevap veriyor: "Hayır, bunu siz yaptınız!"- Resim, başta bu halinden oldukça farklıymış. Değişim safhalarını gösteren fotoğraflar da oldukça enteresan.
Sonraki gün, Prado'ya gittim. Tintoretto toplu sergisi ve Velazquez'in ünlü Las Meniñas'ı müzenin başeserleri olarak sunuluyor. Işık kullanımındaki ve chiaroscuro (resimdeki keskin kontrast) tekniğindeki ustalığıyla favori ressamım olan Caravaggio'nun bir resmine bir yerlerde denk gelirsem, büyük keyif duyarım. Nitekim Prado'da da bir Caravaggio buldum, uzun süre bu ışık hokkabazının resmine baktım, baktım. Dolayısıyla Prado'da benim favori resmim, tabii ki Caravaggio'nunki. (*) Thyssen-Bornemisza'ya isminin zorluğu sebebiyle gitmedim. Türkiye'de hangi müzeye gittin diye sorulursa söyleyemem, "Gittiği yerin adını bile bilmiyor" sözlerine maruz kalırım, rezil olurum diye ürktüm; Plaza de Toros'a (Boğa Güreşi Arenası) doğru yollandım...
Las Ventas 25.000 kişilik kapasitesiyle dünyanın en büyük arenası. Müsabaka, pazar günleri akşam 19'da başlıyor. Olay kısaca şöyle zuhur ediyor: Boğa meydana salınıyor, ne olduğunu anlamayan hayvan 3 adet çömez matadorun kızdırmasıyla oradan oraya koşturulup yoruluyor, 2 adet tam korumalı atlı (dolayısıyla boğa ne kadar saldırsa nafile) sahaya girip ellerindeki mızraklarla hayvanı deşmeye başlıyorlar. Yetmezmiş gibi, çömez matadorlar ellerindeki küçük şişleri hayvana saplayıp eziyete eziyet katıyorlar. O noktada, ana matador devreye girip zaten dermanı kalmamış hayvanla 5-10 dk oyalanıyor. Sonunda matador, uzunca bir şişi kafasına saplayarak hayvanı öldürüyor. Bir grup at sahaya girip mevtayı sürükleye sürükleye dışarı çıkarıyorlar. Eğer hayvan hemen ölmemiş, biraz direnmişse, bütün arena hayvancağızı çıkarken yuhalıyor. Bu olay, 6 defa tekrarlanıyor ve 6 ölü boğayla gün tamamlanıyor. (Boğanın ölmeme şansı yok.) Ben, açıkcası olayın bu kadar kanlı ve vahşi; İspanyolların da bu kadar sadist ruhlu olduğunu bilmiyordum. Sevilesi, sempati duyulası bir uğraş değil ama 5 yaşındaki kızlarıyla pazar eğlencesi yapan aile de, karnı burunda hamile kadın da dün enteresan şekilde arenadaydı.
Hızlı haftasonundan sonra şimdi güneye inmeye başladım. Toledo'dan sonra Endülüs'e gidiyorum...
Toledo - İspanya
Etiketler: İspanya
6 Comments:
Hani nadiren olur ama,ne zaman deşilmiş bir matador görsem sevinçten yüreğim pır pır eder.Ne kadar derinse ki saplanan boynuz ve ne kadar sakat saplandıysa işte o derece sevinçlere gark olurum fotoğrafları gördükçe.Boğa güreşinden alınıp alınabilecek tek keyif budur bana.
cuneyt hocam.yanlisin var.tenerife ile oynayamaz real madrid cunku adamlar 2. ligde.
restless librarian; aynı zevk ve hissiyat bende de olur.. böyle karnını deşip havaya kaldırır ya.. bir de havaya fırlatıp yere düşünce de üzerinden geçtimi değme keyfine..
ST.
sanırım real mallorca ile karıştırdın cuneyt.sonmaç mallorca ile.
Restless ve ST,
Boğaların bu konuda birkaç teşebbüsü oldu, ben de heyecanlandım ama olamadı maalesef.
Özgür,
Haklısın. Son maç Real Mallorca ile imiş. Bakalım Mallorca zamanında Tenerife'in yaptığını yapacak mı diye düzeltelim...
Cüneyt
r. carlos u seyredersin artik seneye fener takiminda.uzaklara gitmene gerek kalmayacak.
Yorum Gönder
<< Home