Latin Amerika'ya başlarken: Santiago de Chile
Auckland-Santiago uçuşu, 11 saatlik uzun bir yolculuk olmasının yanısıra tarih çizgisini geçmem münasebetiyle bir nevi zamanda da yolculuk oldu benim için. (Biniş: 15.01.2007 20:00, İniş 15.01.2007 16:00) Bu uzun uçuş sonucunda bedende derman kalmamasının üstüne sırt çantamın 10.000 km ötedeki bir kıtada kaybolmuş olması sıkıntının üstüne tuz biber oldu. Neyse ki 2 gün sonra kavuştum kendisine.
Gelirken 8 saatlik zaman farkından dolayı jetlag yaşama olasılığına karşı endişeliydim. Ancak, üniversite yurdunda, akşam çayının yanında bir el king atalım diye oturup 10 el sonrası sabahı eden, kahvaltısını yapıp aynen 8.40'ına giden ya da 15.40 dersinden sonra akşam yemeğine kadar kestireyim diye yatıp diğer günün sabahında kalkan bir neslin evladı olarak jetlag denilen olguyla tanışma fırsatım olmadı, kendisini size tanıtamayacağım.
Santiago, 5000 km uzunluğunda, 200 km eninde yılan gibi garip bir şekli olan Şili'nin başkenti. Çok özellikli bir şehir değil, ancak ben pek sevdim. Sanıyorum İzmir'li olmamdan kaynaklanan bir şey. İzmir'de de Saat Kulesi gibi ufak tefek bir simge ve Kordon gibi farklı sayılabilecek bir mekandan başka akılda kalıcı çok fazla spot nokta yoktur. Ama İzmirliler İzmir için -sebebini ben de net olarak tanımlayamasam da- yanıp tutuşurlar. Diğer şehirdekiler de bu İzmir aşkının nereden kaynaklandığını anlamaz, İzmirliler'in bu şovenistliğine sinir olup dururlar. Santiago'nun da böyle bir havası var. Tepesinde büyükçe bir Meryem Ana heykeli bulunan ve funicular denilen eski tür bir tramvayla çıkılan Cerro San Cristobal ve büyük meydan Plaza de Armas'daki Santiago Katedrali'nden başka akılda kalıcı bir nokta yok. Ama, akıp giden hayat insanı etkiliyor.
Aslına bakılırsa, yaşam Türkiye'dekinden çok farklı değil. Dil ve din haricinde herşey aynı diyebilirim. Çehreler, mimikler, trafik, yollar, herşey... G. Amerika insanı ve Türk insanı birbirine inanılmaz derecede benziyor. İnsanlar benim yabancı olabileceğime ihtimal vermeyip İspanyolca bir şeyler söylüyorlar. İngilizce olarak onları anlamadığımı söyleyince, yüzüme ifadesizce bakıyorlar. "Allah'ın Şililisi neden İngilizce konuşuyor ki" diye düşünüyorlar olsa gerek.
Barrio Bellavista denen gece hayatının hareketli olduğu semtte, İstanbul adlı bir restoran bulunca çok sevindim. Menüde baklava, türk çayı gibi unsurlar görünce sevincim daha da arttı. Ancak, ant olsun, bir daha Türkiye dışında Türk yemeği yemeyeceğim. İnsanı Türk yemeklerinden soğutacaklar. (Melbourne'ü hariç tutuyorum.) Baklavanın (o da baklava değil) yanına şeftali, armut koyulur mu? İnce bellide gelmesi beklenen çay, metal çaydanlığa poşet sallanmış içine de elma atılmış halde getirilir mi? Getirilmemeli. Buradaki garson oğlan da baktım ki beni gösteriyor, sonra yüzünü işaret ediyor, sağ sol yumruk çıkarıp bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Anladım ki ben Şilili bir boksöre çok benziyormuşum, onu anlatıyor. "Sağım öldürür, solum süründürür"ün İspanyolca'sını bilmediğimden diyaloğa şekil veremedim, Japon usulü haa hoo diyerek baklavamsımı ve çayımsımı tükettim.
Günübirlik Valparaiso ve Vina del Mar'a gittim. Santiago'nun 100 km ötesinde deniz kenarındaki bu yerlere giderken cennetsel yerler bekliyordum ki bir miktar hayalkırıklığı oldu. Valparaiso güzel bir kent olma şansını, şehirle deniz arasına yapılmış, şehre boydan boya bir duvar ören liman yüzünden kaybetmiş. Asırlık asansörler, pastel renkli evler güzel hoş ama, liman tüm çirkinliğiyle önünüzde. "Başka liman yapacak yer bulamadınız mı" diyesi geliyor insanın. Ayrıca, Kordon'a otoban yapılmasını engelleyerek ne denli doğru bir iş yaptığımızı da bilfiil görmüş oldum. Vina del Mar, boydan boya kumsal, sıcak yaz gününde serinlemek için birebir, hareketli bir yer. Valparaiso'nun denize kavuştuğu yer.
3.5 günlük Santiago-Valparaiso macerasından sonra 2 gündür Rapa Nui'deyim. (Paskalya Adası) Koca kafalı heykeller içinde gezinip duruyorum.
(Not: Turkiye'de olan biteni gazetelerin websitelerinden takip ediyorum. Hrant Dink suikastini de buradayken ogrendim. Bir kisinin fikirleri yuzunden oldurulmesi konusunu gerilerde biraktigimizi sanirken yine ayni senaryoyla karsilasmak uzucu. Boyle bir olay karsisinda silahi ceken o cocuga, kendilerince kahramanlik yapan - geregini yerine getiren azmettiricilerine ofke duymamak elde degil. "Fikirlerine katilinir-katilinmaz" savunmasiz bir kisiyi korkakca arkasindan vurduklari icin, Turkiye'ye nefretlerini kusmak icin firsat kollayan akbabalara koz verdikleri ve bu sebeple ulkemize yapilabilecek en buyuk kotulugu yaptiklari icin - ofke duyuyorum. Merhuma tanridan rahmet dilerim.)
Rapa Nui (Isla de Pascua - Paskalya Adası) - Şili
Gelirken 8 saatlik zaman farkından dolayı jetlag yaşama olasılığına karşı endişeliydim. Ancak, üniversite yurdunda, akşam çayının yanında bir el king atalım diye oturup 10 el sonrası sabahı eden, kahvaltısını yapıp aynen 8.40'ına giden ya da 15.40 dersinden sonra akşam yemeğine kadar kestireyim diye yatıp diğer günün sabahında kalkan bir neslin evladı olarak jetlag denilen olguyla tanışma fırsatım olmadı, kendisini size tanıtamayacağım.
Santiago, 5000 km uzunluğunda, 200 km eninde yılan gibi garip bir şekli olan Şili'nin başkenti. Çok özellikli bir şehir değil, ancak ben pek sevdim. Sanıyorum İzmir'li olmamdan kaynaklanan bir şey. İzmir'de de Saat Kulesi gibi ufak tefek bir simge ve Kordon gibi farklı sayılabilecek bir mekandan başka akılda kalıcı çok fazla spot nokta yoktur. Ama İzmirliler İzmir için -sebebini ben de net olarak tanımlayamasam da- yanıp tutuşurlar. Diğer şehirdekiler de bu İzmir aşkının nereden kaynaklandığını anlamaz, İzmirliler'in bu şovenistliğine sinir olup dururlar. Santiago'nun da böyle bir havası var. Tepesinde büyükçe bir Meryem Ana heykeli bulunan ve funicular denilen eski tür bir tramvayla çıkılan Cerro San Cristobal ve büyük meydan Plaza de Armas'daki Santiago Katedrali'nden başka akılda kalıcı bir nokta yok. Ama, akıp giden hayat insanı etkiliyor.
Aslına bakılırsa, yaşam Türkiye'dekinden çok farklı değil. Dil ve din haricinde herşey aynı diyebilirim. Çehreler, mimikler, trafik, yollar, herşey... G. Amerika insanı ve Türk insanı birbirine inanılmaz derecede benziyor. İnsanlar benim yabancı olabileceğime ihtimal vermeyip İspanyolca bir şeyler söylüyorlar. İngilizce olarak onları anlamadığımı söyleyince, yüzüme ifadesizce bakıyorlar. "Allah'ın Şililisi neden İngilizce konuşuyor ki" diye düşünüyorlar olsa gerek.
Barrio Bellavista denen gece hayatının hareketli olduğu semtte, İstanbul adlı bir restoran bulunca çok sevindim. Menüde baklava, türk çayı gibi unsurlar görünce sevincim daha da arttı. Ancak, ant olsun, bir daha Türkiye dışında Türk yemeği yemeyeceğim. İnsanı Türk yemeklerinden soğutacaklar. (Melbourne'ü hariç tutuyorum.) Baklavanın (o da baklava değil) yanına şeftali, armut koyulur mu? İnce bellide gelmesi beklenen çay, metal çaydanlığa poşet sallanmış içine de elma atılmış halde getirilir mi? Getirilmemeli. Buradaki garson oğlan da baktım ki beni gösteriyor, sonra yüzünü işaret ediyor, sağ sol yumruk çıkarıp bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Anladım ki ben Şilili bir boksöre çok benziyormuşum, onu anlatıyor. "Sağım öldürür, solum süründürür"ün İspanyolca'sını bilmediğimden diyaloğa şekil veremedim, Japon usulü haa hoo diyerek baklavamsımı ve çayımsımı tükettim.
Günübirlik Valparaiso ve Vina del Mar'a gittim. Santiago'nun 100 km ötesinde deniz kenarındaki bu yerlere giderken cennetsel yerler bekliyordum ki bir miktar hayalkırıklığı oldu. Valparaiso güzel bir kent olma şansını, şehirle deniz arasına yapılmış, şehre boydan boya bir duvar ören liman yüzünden kaybetmiş. Asırlık asansörler, pastel renkli evler güzel hoş ama, liman tüm çirkinliğiyle önünüzde. "Başka liman yapacak yer bulamadınız mı" diyesi geliyor insanın. Ayrıca, Kordon'a otoban yapılmasını engelleyerek ne denli doğru bir iş yaptığımızı da bilfiil görmüş oldum. Vina del Mar, boydan boya kumsal, sıcak yaz gününde serinlemek için birebir, hareketli bir yer. Valparaiso'nun denize kavuştuğu yer.
3.5 günlük Santiago-Valparaiso macerasından sonra 2 gündür Rapa Nui'deyim. (Paskalya Adası) Koca kafalı heykeller içinde gezinip duruyorum.
(Not: Turkiye'de olan biteni gazetelerin websitelerinden takip ediyorum. Hrant Dink suikastini de buradayken ogrendim. Bir kisinin fikirleri yuzunden oldurulmesi konusunu gerilerde biraktigimizi sanirken yine ayni senaryoyla karsilasmak uzucu. Boyle bir olay karsisinda silahi ceken o cocuga, kendilerince kahramanlik yapan - geregini yerine getiren azmettiricilerine ofke duymamak elde degil. "Fikirlerine katilinir-katilinmaz" savunmasiz bir kisiyi korkakca arkasindan vurduklari icin, Turkiye'ye nefretlerini kusmak icin firsat kollayan akbabalara koz verdikleri ve bu sebeple ulkemize yapilabilecek en buyuk kotulugu yaptiklari icin - ofke duyuyorum. Merhuma tanridan rahmet dilerim.)
Rapa Nui (Isla de Pascua - Paskalya Adası) - Şili
Etiketler: Şili
2 Comments:
Toleransin basi saolsun diyelim herseyden once.Oradaki politik ortam nedir kuzen?Darbe konusunda ne diyor milet?Sen ne diyorsun?
Cuneytcim, her yeni blog'un ofiste arkadaslar bir tartisma ortami yaratiyor. Yazilarini bizim burada benden baska bekleyenler de var.
Cinayet olayina gelince, hepimiz cok uzulduk, Akbabalar cok sevindi. Turk-Yabanci medya kolkola verip bir linc ortami yaratti. Hepimizi komplekse sokmak icin ellerinden geleni yapiyorlar.
Oralarda Ataturk'un MU kitasini da arastiriyor musun? Guney Amerika Halk dilleriyle Turk dili arasinda benzerlikler varmis...
AS
Yorum Gönder
<< Home