Tuz ve toz içinde: Bolivya
Atacama Çölü'nü tanıma pahasına burun, dudak ne varsa kurutup çatlattıktan sonra Şili'den ayrılıp Bolivya'ya doğru yola koyuldum. Yol denen mefhum bu bölgede henüz bir lüks olarak algılandığı için Uyuni'ye ancak 4x4 ciple gidilebiliyor. İtalyan bir çift (Fernando ve Chiara) ve Sloven iki kızla (Maja ve Nina) beraber 3 gün toz toprağın içinde yol aldıktan sonra Uyuni'ye vardık.
Bol miktarda toz yuttuk ama değdi. Ne yalan söyleyeyim, Bolivya'nın böylesine engin doğal güzelliklere sahip olduğundan bihaberdim. Bu yolculuğu, seyahatimin altı çizilecek bölümlerinden biri olarak not ediyorum. Şili tarafındakilerden altta kalmayacak gayzerleriyle, peribacası misali abuk şekilli kayalarıyla, pembe flamingoların cirit attığı gölleriyle, yol boyunca eksik olmayan lama sürüleriyle ve tabii ki dünyanın en büyük tuz gölü Salar de Uyuni'siyle unutulmaz bir yolculuktu.
Salar de Uyuni 10,500 km²'lik alanı ile dünyanın en büyük tuz gölü. (Mukayese: Van Gölü'nün 3 katı) Su yüksekliği en fazla 5-10 cm olduğu için ciple üzerinde rahatça gidilebiliyor. Böylelikle, insan kendini sonsuz bir beyazlığın içinde uçuyormuş gibi hissediyor. Diğer insanları bilmem, ama şahsen ben öyle hissettim. Gölün ortasındaki bol kaktüslü ada ve safi tuzdan yapılmış otel, yolculuğu çeşitlendiriyor, şenlendiriyor.
Cip görünümlü bir minibüsle yol görünümlü bir patikada ilerleyip yine tozun toprağın içinde Uyuni'den Tupiza'ya vardım. Bu sefer yol arkadaşlarım komik şapkalı Bolivya'lı teyzeler ve yol boyunca karşımda uyuklayıp duran Bolivya'lı "dayı"lardı. Molada inip beraberce Bolivya usulü kahvaltımızı yaptık. (Haşlanmış büyük taneli mısır öbeği üzerine kavrulmuş lama eti + Coca çayı : Ederi = 80 YKr)
Tupiza'nın nesi meşhur diye sorulursa, Butch Cassidy'si ve Sundance Kid'i derim. Bu iki Amerika'lı soyguncu, ABD'den başlattıkları kaçma+soyma eylemini buralara kadar sürdürmüş, ama sonunda yakınlardaki San Vincente köyünde vurulmuşlar. Raindrops Keep Falling On My Head adlı güzide şarkıyı barındıran filmi ünlüdür. Ne var ki, San Vincente'ye araç bulup gidemeyince kendilerinin vurulduğu mekanı ve mezarlarını göremedim. Böylelikle, "Nasip değilmiş" bölümüne bir çentik daha atmış oldum. Ben de daha çok zıpır İngiliz gençler için planlanan, dolayısıyla yaşını başını almış Türkler'i fena halde zorlayan "triatlon" isimli, bisikletle dağa tırmanma + zaptedilemeyen bir atla güneşin alnında dolaşma + ciple çevre mekanlarda gezme (toz toprak forever!) + yetmezmiş gibi ciple dağın tepesine çıkma ve sonrasında bisikletle fren yapa yapa uçurum kenarından aşağıya inme konseptli aktiviteye katıldım. (Farkındayım, dört oldu ama sanırım iki bisiklet aktivitesi bire sayılıyor.)
Atraksiyon sonrası 2 günde kendime geldikten sonra yarın başkent La Paz'a doğru yola çıkıyorum. Aylık toz-toprak istihkakımı doldurmamdan dolayı bu sefer treni tercih edeceğim...
Tupiza - Bolivya
Bol miktarda toz yuttuk ama değdi. Ne yalan söyleyeyim, Bolivya'nın böylesine engin doğal güzelliklere sahip olduğundan bihaberdim. Bu yolculuğu, seyahatimin altı çizilecek bölümlerinden biri olarak not ediyorum. Şili tarafındakilerden altta kalmayacak gayzerleriyle, peribacası misali abuk şekilli kayalarıyla, pembe flamingoların cirit attığı gölleriyle, yol boyunca eksik olmayan lama sürüleriyle ve tabii ki dünyanın en büyük tuz gölü Salar de Uyuni'siyle unutulmaz bir yolculuktu.
Salar de Uyuni 10,500 km²'lik alanı ile dünyanın en büyük tuz gölü. (Mukayese: Van Gölü'nün 3 katı) Su yüksekliği en fazla 5-10 cm olduğu için ciple üzerinde rahatça gidilebiliyor. Böylelikle, insan kendini sonsuz bir beyazlığın içinde uçuyormuş gibi hissediyor. Diğer insanları bilmem, ama şahsen ben öyle hissettim. Gölün ortasındaki bol kaktüslü ada ve safi tuzdan yapılmış otel, yolculuğu çeşitlendiriyor, şenlendiriyor.
Cip görünümlü bir minibüsle yol görünümlü bir patikada ilerleyip yine tozun toprağın içinde Uyuni'den Tupiza'ya vardım. Bu sefer yol arkadaşlarım komik şapkalı Bolivya'lı teyzeler ve yol boyunca karşımda uyuklayıp duran Bolivya'lı "dayı"lardı. Molada inip beraberce Bolivya usulü kahvaltımızı yaptık. (Haşlanmış büyük taneli mısır öbeği üzerine kavrulmuş lama eti + Coca çayı : Ederi = 80 YKr)
Tupiza'nın nesi meşhur diye sorulursa, Butch Cassidy'si ve Sundance Kid'i derim. Bu iki Amerika'lı soyguncu, ABD'den başlattıkları kaçma+soyma eylemini buralara kadar sürdürmüş, ama sonunda yakınlardaki San Vincente köyünde vurulmuşlar. Raindrops Keep Falling On My Head adlı güzide şarkıyı barındıran filmi ünlüdür. Ne var ki, San Vincente'ye araç bulup gidemeyince kendilerinin vurulduğu mekanı ve mezarlarını göremedim. Böylelikle, "Nasip değilmiş" bölümüne bir çentik daha atmış oldum. Ben de daha çok zıpır İngiliz gençler için planlanan, dolayısıyla yaşını başını almış Türkler'i fena halde zorlayan "triatlon" isimli, bisikletle dağa tırmanma + zaptedilemeyen bir atla güneşin alnında dolaşma + ciple çevre mekanlarda gezme (toz toprak forever!) + yetmezmiş gibi ciple dağın tepesine çıkma ve sonrasında bisikletle fren yapa yapa uçurum kenarından aşağıya inme konseptli aktiviteye katıldım. (Farkındayım, dört oldu ama sanırım iki bisiklet aktivitesi bire sayılıyor.)
Atraksiyon sonrası 2 günde kendime geldikten sonra yarın başkent La Paz'a doğru yola çıkıyorum. Aylık toz-toprak istihkakımı doldurmamdan dolayı bu sefer treni tercih edeceğim...
Tupiza - Bolivya
Etiketler: Bolivya
4 Comments:
İnanılmaz.. süper!! harika..
ST.
Hayır, ne demeli bilemedim!
O güzel geziler, fotoğrafları, derken şahane filmler ve müzikleri...
Çok yaşayın , sağolun, yolunuz açık olsun!
senin fotolar kesinlikle benimkileri dover!:)
kaç aydır yakından takip ediyorum. here seferinde de bir yorum yazıyım istedim ama hep çekindim. en sonun da yener abinin de teşvikleriyle yazmaya karar verdim ama bu seferde sorun şu ki nerden başlayacağımı bilmiyorum:) çektiğin resimlerde gezdiğin yerler kadar harika.
Yorum Gönder
<< Home